Gök Mekaniği Nasıl Çalışır?
Sabahı aydınlatan O’dur. Ve O, geceyi dinlenme zamanı, güneşi ve ayı birer hesap ölçüsü kılmıştır. İşte bu, aziz ve alîm olan Allah’ın takdiridir.
En’am Süresi, 96 ayet Ku’ranı Kerim
İnsanların binlerce, hata on bilerce yıldır gökyüzünü incelediğini ve çok ince ayrıntıları hesaplayıp kaydettiklerini biliyoruz. Gökyüzünü izleyerek onu aynı bir kitap gibi okumaya çalıştılar çünkü yaşamın sırları orada yazılı olduğunu sezdiler. Gökyüzü ulaşılmaz yükseklikte olduğu için tanrıların veya daha sonra meleklerin mekânı olduğunu varsaydılar.
Güneş ısı ve ışık verdiğine göre yaşamın membası olmalı. Sabah doğduğun tüm yıldızlar söner ve karanlık kaçar dolayısıyla gökyüzünün kralı olmalı. Ay geceyi aydınlatır, kadınlardaki aylık sancıları, gel git olayları yönettiğine göre gökyüzünün kraliçesi olmalı. Güneş tutulduğunda bir araya gelirler. Gündüz gece, yaz kış, mevsimler hepsi bir hikâye anlatıyor. Bu hikâyenin izleri efsanelerde, masallarda, hata dini metinlere işlenmiştir. Güneş kış mevsiminde ölüp ilkbaharda tekrar dirildiğine göre onu Anka kuşu olarak ve ay güneş tutulmasında dünyayı yuttuğu için onu ejderha olarak tasavvur ettiler. Bu ikilinin kozmik mücadelesi eski Çin ve Maya motiflerinde görmekteyiz.
Pitagoras iki bin altı yüz önce Mısır gizemlerini öğrenmek için Mısır’da 22 yıl geçirdi sonra bilgi edinmek için Hindistan’a kadar gitti. Döndüğü zaman kurduğu bilgelik okulunda öğrettikleri Batı felsefesi ve bilimsel düşüncenin temelini oluşturdu. Hata felsefe ve matematik kelimelerini ilk o ortaya koydu. Maalesef okulu yakılarak yok edildiği için öğretileri konusunda tam bilgiye sahip değiliz. Pitagoras’ın öğrencisi Philalaus dünyanın bir küre olduğunu ve güneşin etrafında döndüğünü, ayrıca güneş sistemin göremeyen merkezi bir ateş etrafından döndüğünü Galeleo’dan neredeyse iki bin yıl önce yazmıştı. Aynı Pitagoras gibi Sisamlı (Samos) oln Aristtarchus (MÖ 310-230), “Güneş ve Ayın Büyüklükleri ve Mesafeleri” adlı eserinde güneş merkezli sistemi ortaya atmıştı. Ancak Platon’un aykırı öğrencisi Aristo (MÖ 384-322) ortaçağa damgası vuran dünya merkezli sistemi geliştirdi. On altı yüzyılda Kopernikos (1473-1543) güneş merkezli sistemi tekrar devreye sokuncaya kadar bu görüş inatla devam etti. Günümüzde halen dünyanın yassı olduğunu ve göğün bir kubbe olduğunu iddia edenler var.
Aristo’nun ortaya attığı ve Ptolemos (Batlamyos MÖ 150) tarafından geliştirilen dünya merkezli sistemi aslında astroloji ve diğer ezoterik sistemlerde kullanılmakta, izafi olarak düşünüldüğünde bizim gökyüzüne bakış açımız yeryüzünden olduğu için. Kendimizi sabit olarak düşünsek gökyüzü etrafımızda dönüyor. Kadimler bu sisteme dayalı dokuz felekli bir evren modeli çizdiler. Bu felekler ateş, hava, su ve toprağın bulunduğu yer küresinin üzerini örtmekte. Her bir felek hareket eden ve bir gezegeni taşıyan kristal bir küreyi andırıyor. Yerkürenin tam üzerindeki felek ay tarafından yönetiliyordu, çünkü ay en hızlı hareket eden gezegendir, dolayısıyla yeryüzüne en yakın o olmalı. Sonra hareket hızlarına göre Merkür, Venüs, Güneş, Mars, Jüpiter ve son olarak en yavaş hareket eden Satürn. Bu gezegensel feleklerin üzerinde burçlar kuşağı taşıyan felek var ve onun üzerinde arş, kürsü, tanrı katı. Belki de cennet burada olduğu düşünülürdü, zira Hermetik öğretilerine göre İNSANI KAMİL gezegensel erdemleri elde edip olumsuz etkenleri aştıktan sonra bir ogdoad (sekizgen) olarak en yüksek mertebeye ulaşır. Dante gibi birçok ilahiyatçılar felekler üzerinde metafizik spekülasyonlar yürüttüler.